İlk yazıma "Duma duma dum..." diyerek, çocukluk günlerimizi anımsatan bir tekerleme ile başlamış ve "karakter, amaç, engel, çatışma, yöntem, sonuç" ilişkisi üzerine kurulan bir senaryonun yapısal olarak nasıl işleyeceğini, palmiyenin doğumunu anlatan ilkel bir öykü ile örneklendirerek açıklamıştım.
İkinci yazımı yazmakta ne kadar geciktiğimin farkındayım ve bu nedenle hem senaryo yazımına, hem de Sinefil'e gönül veren herkesten çok özür dilerim. Fakat, yazılarımın gecikmesinin nedeni kesinlikle tembellik ya da isteksizlik değil. İlk yazımın Sinefil'de yayımlanmasından bu yana Amerika Birleşik Devletleri'ne taşındım ve buradaki özel bir üniversitenin video/film bölümünde profesör olarak yapım, yönetim, kurgu ve senaryo dersleri veriyorum. Bu nedenle, Sinefil'deki yazılarımı istemeden de olsa aksattım. Fakat, burada bulunacağım süre boyunca Sinefil aracılığı ile sizlere yazılarımı ulaştırmayı sürdüreceğim. Böylelikle hem Amerika'da öğrenim gören öğrencilerle olan deneyimlerimi, hem de film dünyasındaki gelişmeleri sizlerle paylaşma olanağını yakalamış olacağım. Genelde Sinefil okurlarına, özelde ise sinema ve televizyon öğrencilerine aktarmak istediğim ilk gözlemim ise su: "Buradaki sinema çalışanlarının ve öğrencilerin teknik olanakları çok zengin olsa da,  en temel sorunumuz ortak: Senaryo yazmak!" Burada sinema ya da televizyon dünyasına atılmayı arzulayan herkesin öykü anlatımının temel ilkelerini anlamak ve sağlam bir senaryo yazarak yola koyulmak istediklerini görüyorum. Bu yüzden, Sinefil sayfalarında senaryo yazımının temel ilkelerini sorgulayabilmek için başlattığımız bu çabanın doğru bir adım olduğunu düşünüyor ve yazıma kaldığımız yerden devam ediyorum.
İlk yazımda kullandığım "Duma duma dum..." başlığı ile kurduğum oyun benzetmesini sürdürebilmek için bu yazıma "Önüm, arkam, sobe... Ana karakter ebe!" diyerek başlamak istedim. Aslında, senaryo yazmanın bir çeşit oyun olduğunu, bilmece çözmeye ya da bozyapın parçalarını birleştirmeye benzediğini ileri sürmek yanlış olmayacaktır. Senaryo yazımı, kurallarını insanoğlunun öykü anlatma geleneğinden alan bir tür akıl oyunu olarak görülebilir. Yapısal olarak bakıldığında ise saklambaç oynamak gibidir, senaryo yazımı. Ana karakteri ebe yapar, diğer öykü öğelerini ondan saklarsınız. "Önüm, arkam, sobe..." diyen ana karakter eyleme geçer ve aramaya baslar. Amacına ulaşmak için çabalar, önüne çıkan engelleri asabilmek için gerekli yöntemi seçer ve ondan gizlediğiniz her şeyi birer birer bularak sonuca ulaşır ve sobeler. İnandırıcı bir senaryo yazmanın reçetesi belki de burada gizlidir. Ana karakter kendini bir saklambaç oyununun içinde bulur. Arzuladığı ya da eksikliğini duyumsadığı nesneye ulaşması için eyleme geçmesi, aranması, belirsizlikler içinde kendine bir yol belirlemesi gerekir. İnandırıcı bir senaryonun ana karakteri, saklambaç oyunundaki gerçek bir ebe gibi tek basına hareket etmeli, güçlüklerle kendi yüzleşmeli ve aradığını bulmak için çabalamalıdır. Eğer, ana karakter kukla gibi hareket ediyor ve ulaşması gerekenler senaryo yazarı tarafından yapay olarak önüne konuluyorsa, inandırıcılık bakımından bir sorun yaşanıyor demektir. Aslında, öyküye ilk inanan ana karakter olmalıdır. Gereksinimleri doğrultusunda hareket etmeli, eylemlerinin ardında yatan nedenlere herkesten önce kendisi inanmalıdır. Ana karakter senaryo yazarının oynattığı bir kukla değil, yaşayan bir insan olmalıdır.
Eğer, senaryo yazarı ile ana karakter arasındaki bu ilişkiyi daha iyi anlamak ve belki de sinema tarihinin en güzel sahnelerinden birini izlemek istiyorsanız, "Chicago" filmini kaçırmamanızı öneririm. Vantrilok sahnesinde, bir senaryo yazarının ana karakteri nasıl içi boş bir kuklaya dönüştürebileceğini, nasıl iplerini çekiştirerek onu oynatabileceğini ve duygusuz bir insan kopyası yaratabileceğini görebilirsiniz. Bu olağan ustu sahneden sonra ise ana karakterin değişmesine, amacına ulaşabilmek için eyleme geçmesine ve kukla kimliğinden sıyrılıp gerçek bir insana dönüşmesine tanıklık edeceksiniz. Şimdiden üç büyük Golden Globe ödülü alan ve Oscar Ödülleri'nin de en büyük adaylarından biri olacak bu film, ana karakter/amaç birlikteliğine dayanan ve buraya kadar sorguladığımız "saklambaç" kavramını başarılı olarak sergileyen bir sinema yapıtı olarak karşımıza çıkıyor.
Saklambaç oyununa ebe olarak katılan diğer bir kişi ise senaryonun okuyucusudur. "İzleyici" yerine "okuyucu" terimini kullanıyorum; çünkü senaryo öncelikli olarak okunmak için yazılır. Yazılan senaryolardan çok azı filme aktarılsa da, çoğunun okunduğu unutulmamalı ve senaryo öncelikli olarak okuyucu için yazılmalıdır. Bir senaryonun izleyici ile buluşacağı garantisini kimse veremez ama bir film projesi için değerlendirilen her senaryonun okunacağı kesindir. Dolayısıyla, senaryonun öncelikli olarak okunmak üzere yazılmış bir metin olduğu anımsanmalı ve öykü kendini ilk basta kağıt üzerinde anlatabilmelidir. Ana karakterin eylemleriyle harekete geçen senaryo, okuyucunun düşünsel katılımını sağlamalıdır. Okuyucu, ana karakterle birlikte öykünün gizli öğelerini açığa çıkarabilmek için uğraşmalı ve bu saklambaç oyununa katılmalıdır. Senaryoyu okuyan kişinin böyle bir akıl oyununa katılabilmesi için ana karakterin eksikliklerini, gereksinimlerini ve arzularını kavraması gerekecektir. Ana karakterin amacına ulaşmak için ne tür bir yöntem seçeceğine, önüne çıkan engelleri ne şekilde aşacağına ve nasıl bir sonuca ulaşılacağına yönelik varsayımlarda bulunan okuyucu, yarattığımız bu saklambaç oyununa farkında olmadan ebe olarak katılmış olacaktır. 
Karakter, amaç, engel, çatışma, yöntem ve sonuç ilişkisine dayalı bir öykü yapısı oluşturmak sanıldığından daha güç olabilir. Giriş, gelişme ve sonuçtan oluşan öykü yapısı, senaryo yazarken atılacak ilk ve en basit adım olarak görülebilir. Bu yapının işleyişini kavramak, senaryo yazımının yapısal olasılıklarını görebilmek, zorlayabilmek ve belki de yıkabilmek adına çok önemli bir asamadır. 
Giriş aşamasında öncelikli olarak ana karakter tanıtılır. Ana karakteri tanıtmanın en önemli yanı, onun amacını anlaşılır bir biçimde göz önüne sermektir. Ana karakteri içi bos bir kukla gibi görünmekten kurtarmak ve ona yasayan bir kişilik kazandırabilmek için amacını belli etmek çok önemlidir. Ayrıca, ana karakterin amacını anlaşılır kılmak merak uyandırmak ve ilgi çekmek bakımından da işlevseldir. Ana karakteri tanıyan ve amacını öğrenen okuyucu, ister istemez bazı sorular ve varsayımlar üretmeye başlayacaktır. "Acaba istediğini alacak mı?", "Bunu nasıl başaracak?", "Oradan nasıl kurtulacak?", "Sevdiği kişiye ulaşabilecek mı?", "Aradığını bulabilecek mi?", "Yaşamını nasıl sürdürecek?", "Acaba oraya gitmek için ne yapacak?", "Nasıl yardım edecek?", "Kabul edecek mi?" gibi sorular soran okuyucunun öykü ile kurduğu ilk bağ, karakter ve onun amacı sayesinde olacaktır. Bu bağı kurmak ve öykünün okunmasını sağlamak, bir senaryo yazarının sağlam bir ilk adım atması bakımından çok önemlidir.
Senaryonuzu yazarken kendinize yönelteceğiniz en temel soru su olmalıdır: "Ana karakterim kim ve amacı ne?" Çünkü, eylem ve amaç ikilisi birbirine yaşam vermektedir. Eğer ana karakterinizin eyleme geçmesini ve öykünüze yaşam verecek bir şeyler yapmasını arzuluyorsanız, ona eyleme geçmesine neden olacak bir amaç vermelisiniz. Gerçekte de amaçlarımıza ulaşmak için eyleme geçmez miyiz? Mezun olabilmek için giriştiğiniz eylemleri bir düşünün... Derslere girmek, not tutmak, ödev yapmak, sınavlara hazırlanmak, sunuş yapmak, projeler hazırlamak, öğretmenlerinize dert anlatmak, okulun etkinliklerinde görev almak... Eğer belirli bir amacınız olmasa bu eylemlere girişip, kendinizi bu kadar sıkıntıya sokar mıydınız? Eğer mezun olmak istemeseniz, 9:00 dersine yetişmek için sabahın ilk ışıkları ile sıcak yatağınızdan çıkar mıydınız? Ya da ödevinizde alıntı yapmak için kütüphanede o kadar zaman harcar ve bütün o kitapları karıştırır mıydınız? İşin ucunda diploma olmasa, yaşamınızın dört yılını Anadolu'nun ortasındaki bir şehirde geçirir miydiniz? Saygın bir üniversiteden mezun olarak iş yaşamına atılmak istemeseniz, o kadar çamura ve kara katlanır miydiniz? Fakat, amacınız son derece gerçekçi ve anlaşılır olduğu için gerçekleştirdiğiniz eylemler de inandırıcı ve gerekli görünüyor. Senaryonuzdaki ana karakterin eyleme geçebilmesi için de gerçekçi ve anlaşılır bir amacının olması, bu amacın da giriş bölümünde açığa çıkması gerekmektedir.
Senaryonun giriş bölümünde yan karakterler, öykünün geçtiği zaman ve mekan da belirtilmelidir. Ayrıca, senaryo yazarının öyküyü ele alış biçemi yani senaryonun tonu da belirginleşmeye başlamalıdır. Böylelikle, senaryoyu okumaya başlayan bir kişi nasıl bir öykü ile yüzleşeceğinin ilk sinyallerini almış olacaktır. Okuyucu ile öykü arasındaki o gizemli kapıyı giriş bolumu araladığı için, yazarın konuya olan yaklaşımını ve yeğlediği anlatım biçimini çarpıcı bir şekilde sunması gerekecektir. Genelde senaryonun dörtte birini kapsayan giriş bölümünü acelecilik ya da hazırlıksızlık nedeni ile çabuk geçiştiren bir senaryo yazarının, öyküye açılan kapıyı aralamaktaki telaşı yüzünden okuyucunun kafasını karıştırabileceği ve öyküyü anlaşılmaz bir duruma getirebileceği unutulmamalıdır. Okuyucunun öyküyü anlamak için debelenmek yerine, ana karakterin amacını algılaması ve onun eylemlerini sorgulaması sağlanmalıdır.  Öte yandan,  plansızlık ya da sanatsal olma kaygısı nedeni ile uzatılan bir giriş bölümünün de senaryoya zarar verebileceği unutulmamalıdır.  Gereğinden fazla uzayan ve kendini yineleyen bir giriş bölümü, bir an önce kapıyı aralayıp öyküye katılmak isteyen okuyucunun hızını kesecek ve  belki de öykünün devamının okunmasını sağlayacak ilginin yitirilmesine neden olabilecektir. Ana karakteri, onun amacını, senaryonun tonunu ve temel öykü öğelerini tanıtarak okuyucu-öykü bağını kuran giriş bolumu, yakalanan ivmeyi ve ilgiyi yitirmeden öykünün geri kalanına açılan kapıyı aralamalıdır.
İyi yapılandırılmış bir giriş bölümü, heyecanlı ve sürprizlerle dolu bir saklambaç oyununun göstergesi olacak, okuyucuyu öyküye bağlayacak ve senaryonun okunmasını sağlayacaktır. Saklambaç oyununa hız kazandıran ve okuyucunun oyuna katılımını yoğunlaştıran ise gelişme bölümü olacaktır. Senaryonun gelişme bölümünü tartışacağımız bir sonraki bolüme kadar okuyucudan kimi ve neyi saklayacağınıza (ana karakter / amaç), saklambacı nerede ve ne zaman oynayacağınıza (zaman / mekan) ve oyunu nasıl tasarlayacağınıza (ton) karar verin. Bir sonraki yazıya kadar "Onum, arkam, sobe!"...

Gökhan ÖZAYSIN
Anadolu Üniversitesi
İletişim Bilimleri Fakültesi
Öğretim Görevlisi