I. Sesin Önemi ve Sorunları
Sesli sinema dönemine geçişle birlikte konuşan insanları göstermek yetmez oldu. Bunların ne konuştukları artık duyulacağından, gerçekten de neyin duyulacağı önem kazanmaya başladı. Böylece zamanla senaryo yazarlığının yanı sıra diyalog yazarlığı diye bir uzmanlık alanı bile gelişti.
Evet, senaryo yazarlığında Diyalog çok önemlidir; ama film öncelikle görsel bir ortamdır. Bunu asla unutmayın. Senaryo yazarının temel malzemesi ve ögeleri sözcükler değil, görüntülerdir. GÖRSEL DÜŞÜNÜN!
Hitchcock, ancak başka çaresi kalmadığında söze başvurduğunu söylemiştir.
Görsellik, çoğu kez anlatımın davranışlar aracılığıyla yapılması demektir. En basitinden dilden önce vücut dilini konuşturmaktır: jestler, tepkiler, bakışlar, omuz silkme, dokunma, tavırlar  vb.

II. Diyalog ve İşlevleri
Diyalogların senaryoda yerine getirdikleri bir takım işlevlerden söz edebiliriz.
-Bilgi verme
-Öyküyü Geliştirme/İlerletme
-Art öyküyü (back story) oluşturma
-Karakterleri yansıtma; yani onların duygusal/ruhsal durumlarını ve isteklerini ortaya koyma. Çünkü diyaloglar aynı zamanda sözcüklerin altında yatan bir niyeti de dışavururlar.
-Atmosfer oluşturma. Örneğin yüksek sesli bir tartışma diyaloğu ya da soğukkanlılıkla bir cinayet planının konuşulduğu bir  sahne, belli bir atmosfer oluşturur.
-Sahne geçişlerinin kolaylaşması. Diyalog, süreklilik taşıyan bir şey olduğundan, bir sahneden diğerine geçiş daha yumuşak olabilir sözgelimi. Ya da iki ayrı sahnenin konusal/amaçsal birliği sağlanabilir vs. Bu nedenle diyaloglar filme ritm ve akış da sağlar.

III. Diyalogların Üslübü ve Bulundurmaları Gereken Nitelikler
Diyaloglar gündelik hayatı yansıtmalı; edebi değil, sohbet tarzında olmalı. Diyalog okunmak için değil, söylenmek ve işitilmek için yazılır çünkü.
Bu nedenle diyaloglar günlük yaşantının tüm anlatımsal özelliklerini, tereddütleri, duraklamaları, es vermeleri, hatta dil sürçmelerini içerebilir.
-yarım kalan/bırakılan cümleler
-mırıldanarak, lafı geveleyerek konuşma
-yanıtsız bırakma
-sözcükler arasında uzun esler
-doğru sözcüğü bulmak için çabalama ve söylenenleri sürekli olarak geri dönüp düzeltme
-en önemli sözcük ya da cümle geldiğinde bir şey söylemeyip jest ya da el kol hareketlerine baş vurma
vs.
Öte yandan diyalog sade ve ekonomik de olmalıdır. Yani konuşma diline ait sözcüklerden kurulan basit cümlelerden oluşmalıdır. Diyaloglarınız kısa ve kesin olsun.
Konuşulanlar kolayca anlaşılmalıdır. Çünkü izleyici, romanda olduğu gibi geriye dönüp, söylenenleri yeniden okuma şansına sahip değildir. Bu nedenle kimi niyetlerin ayrı ayrı diyaloglarda yinelendiği bile olur.
Sırası gelmişken hem diyalog, hem de başka öyküleme araçları çerçevesinde bakarak şunu belirtelim:  İzleyicinin kesinlikle unutmaması gerektiği bir şeyi ilerde hatırlaması için, tekrarlar yapmak iyi bir çözüm olabilir. Fakat örneğin diyaloglarınızı yazarken ya da başka türlü serimlerde bulunurken yine de bir kerede anlaşılır olmalarını sağlayın. Tekrara, ancak çok gerekli olduğunda başvurun. Çünkü tekrarın bir dezavantajı, şaşırtmaca için gerekli olan bir ayrıntıyı zihinlere yerleştirmeye çalışırken, olacakları istemeden önceden duyurmaktır. Şaşırtmacayı hazırlayayım derken onu ele vermiş olursunuz.

IV. Diyaloğun Anlamı ve Sahnenin Bağlamıyla İlişkisi
Diyalogda önemli olan, kullandığımız sözcüklerin ya da yazdığımız cümlelerin sözlük anlamı değil, sahne koşullarının onlara yüklediği anlamdır.  Örneğin iki kişinin balıkların karakterleri ve onların oltaya gelme koşulları hakkında konuştuklarını düşünün. Bu iki kişi rakip casuslar ise, balıklar hakkındaki bu konuşma aslında karşılıklı bir  üstü kapalı meydan okuma olabilir vs.
Diyalogda anlam, konuşmanın yapıldığı ortama ve sözlerin arkasında yatan niyete öylesine bağlıdır ki, örneğin "Seni seviyorum" cümlesi koşullara ve kime söylendiğine bağlı olarak  su anlamlara gelebilir:
-Senin için endişeleniyorum
-Sana tapıyorum
-Seni cinsel açıdan arzuluyorum
-Kendine dikkat etmeni istiyorum
-Yalnızca benim olmanı istiyorum
-Kendini suçlu/sorumlu hissetmeni istiyorum
-Yalnız kalmak istiyorum
-Senden nefret ediyorum
Bir de şunu unutmayın: Söylenmeyenler de en az söylenenler kadar önemlidir.
Diyalogda önemli olan ne söylediğiniz değil, neyi iletmek istediğiniz, yani ifade edilen anlamdır. Sözcükler, iletilenlerin tam karşılığı olmayabilir. Yüzeyde görünen sözcüklerin altında bir yananlam bekleyebilir. Ya da asıl söylenmek istenen satır aralarında olabilir.
Şunu unutmayın örneğin: Hoşlandığımız birisine "Ne güzelsin" demeyiz, "Kazağın ne güzelmiş" deriz ya da "Seni görmek beni mutlu ediyor" demez, "Gökyüzü bugün ne güzel, değil mi?" deriz. Ama bazen de son derece açık ifadeler çok daha etkileyicidir: "Hiç farkettin mi?... Senin için ölüyorum."  Velhasıl söylenecek sözlerin yerini ve zamanını iyi ayarlamak lazım; hem filmde, hem gerçek hayatta.
Burada bizim için önemli olan şu: alt anlamı, hitap edilen karakter anlamasa bile, izleyici bunu mutlaka anlamalı. Yani "kazağın ne güzel" diyen kişinin aşık olduğunu, karşısındaki karakter anlamasa bile, izleyici anlamış olmalıdır. Dolayısıyla neyin nasıl anlaşılacağını sadece karakterler açısından değil, izleyiciler açısından da düşünmek zorundasınız.

V. Söylenen Sözün, Sözü Söyleyen Karaktere Has Oluşu
Diyalogla karakterler arasındaki hassas ilişkiyi sürekli olarak gözönünde tutmak zorundayız.
En başta diyalog, yazara değil, karaktere aitmiş gibi görünmeli.
Öte yandan karaktere aitmiş gibi görünen diyalog, karakterin belli anlardaki duygu ve heyecanlarına da uygun olmalı.
Karakterlere ait olma durumu, konuşmaları farklılaştırma zorunluluğunu da beraberinde getirir. Her karakterin kendine has konuşma üslubu ve ritmi, konuşma biçimi, sözcük seçme tarzı ve bütün bunlara eşlik eden sözsüz iletişim araçları olmalı.
Bu konuda bir farklılaşma yaratıp yaratamadığınızı anlamak için, yazmış olduğunuz diyalogda yer alan karakterlerin yerlerini değiştirin. Eğer bu değiş-tokuş sonrasında bir rahatsızlık göze çarpmıyorsa, konuşma tarzları yeterince bireyselleşmemiş demektir. O kişilere ait olacak denli farklılaştırılamamışlardır demektir.
Bireyselleştirme için en iyi yollardan biri, karakterlere sevdikleri bir ifade ve konuşma üslubu vermektir. Örneğin sıkça söyledikleri ve onları şıp diye ayırt etmemizi sağlayan favori sözler olabilir bunlar.
-N'aber Moruk?...İyilik moruk...hey moruk... Ne istiyorsun moruk?
-Tabi yaa... tabi yaa... he yaa... tabi yaa... hakkatten yaaa (Kemal Sunal'ın Şaban tiplemesi biraz böyledir)
-(Silah çeker) Buna ne dersin?... (yumruk atmak üzereyken)Pekiyi buna ne dersin?... (Cinayet kanıtını sunarken) Buna ne dersin pekiyi?
-(İlginç bir ipucu bulur) Hay bin kunduz!... (Biri ona ateş eder ve kendini son anda yere atar) Hay bin kunduz!
-Bu arada: fazladan bir onluğun var mı?... Peki fazladan bir onluğun var mı?...Bana bir onluk versene... (Midnight Cowboy'daki Dustin Hoffman böyle bir tiptir)
-Çok saçma... ama bu çok saçma... ne kadar saçma... saçmalık
-(Senaryo yazarlığı ders notlarının 15. Sayfasındayken) Anlayamıyorum... (25. Sayfasındayken) gerçekten anlayamıyorum... (35.sayfasındayken) bir türlü anlayamamıyorum... (sınavdan önce bir arkadaşıyla kantinde çay içerken) sen bir şey anlayabiliyor musun?
-(kantinde çay içerken karşısında oturan arkadaşına seslenerek) Boşver birader... dert etme birader...çaresi bulunur birader.
-(yumruk yer) eyvallah...(biri cebine 10.000 dolar koyar) eyvallah....(ölürken) eyvallah...
-Hmmm, enteresan... enteresan bir durum... ne kadar enteresan... beni enterese etmez...
-Ama bakalım öyle mi?... Hakkaten öyle mi? ...Ama acaba öyle mi?... Öyle mi dersin?
Bu favori sözlerin karakterlere uygun olması gerekir. Örneğin Sherlock Holmes'ın favori sözü ne olabilir? "Hey ahbap... nasıl gidiyor ahbap?..." mı, yoksa "Hmmm, enteresan... enteresan bir durum..." mu?
Karakterlerin hep aynı cümle ya da sözcükleri tekrarlamaları şart değil; asıl önemli olan, tepkilerinin tarzında sürekli tekrarlanan bir şeyin olması. Örneğin, Cehennem Silahı'ndaki çatlak polis Mel Gibson, ona ne söylenirse söylensin ve ister güçlü, ister zayıf konumda olsun, espirilerle konuşur. 2 metrelik bir adam onu duvara yapıştırmış ve boğazını sıkmaktadır. Öyle ki, Gibson kıpırdayamaz, hatta nefes bile alamaz. Adam ona sorar: "Kimsin sen?". Gibson yanıtlar: (sesi boğuk ve kısık çıkar) "Ben senin en kötü kabusunum". Daha sonra bir soyguncuyu yakalar. Yakalama edimi biraz şiddetli gerçekleştiğinden soyguncu bayılmıştır. Baygın soyguncunun yanına gelen Mel Gibson onu başından tutup yüzüne bakar. Baygın olduğunu anlayınca onu arabanın karbüratörüne kelepçeleyip:" Tutuklusun, konuşmama hakkına sahipsin" der. Başka bir sahnede FBİ ajanı olan sevgilisiyle birlikte şüpheli gözüken bir tamirhane basar. Tek kişi vardır ve Gibson onu sorguyu çeker. Birden dört beş kişi daha gelir; bunların sopa ve zincirleri vardır. FBİ ajanı kadın, karate yaparak adamları yere sererken, Mel Gibson, kadını hayran hayran izledikten sonra şaşkın şaşkın bakan tamirciye dönüp kadını işaret ederek şöyle der: "Bu benim kadınım..." Buna karşın Gibson'un ortağı olan zenci dedektif Danny Glover'in neredeyse her sözü ya yalvarma, ya ahlak dersi verme ya da yakınma ile ilgilidir. Çünkü sürekli olarak ele avuca sığmayan ve kafasına eseni yapan Gibson'u denetlemeye çalışmakta ya da bir an için denetleyemediyse onunla birlikte berbat durumlara sürüklenmektedir. Böylece çok farklı durumlara ilişkin çok farklı konuşmalar yapsa bile, aklıselim olmaya çalışan, ama son kertede de ortağını yalnız bırakamayan, hem ona, hem de kendine kızan aile babası polis karakteri belirginlik kazanır. Glover'in başı Gibson yüzünden derde gidiğinde favori sözlü tepkileri şunlardır: "Yooo... yooo...Hayır... Olamaz"; "Olmaz.. yapamayız...anlamıyor musun... yapamayız diyorum sana"; " Hey hey, dur bir dakika...bir dakika... o benim arabam, anlaşıldı mı?"... "Seni pislik, adi, aşağılık herif.... geberteceğim seni..."
Öte yandan sesin tonu ve niteliği öylesine önemlidir ki, insan olmayan karakterlerin ses tonunu ve konuşma üslubunu belirlemek bile önemlidir. 2001'deki bilgisayar HAL ile, Star Wars'daki C-3PO ve R2-D2'yu bir düşünün. HAL, karizmatik; C-3PO telaşlı ve sakar; sadece cızırtı ve ötüşlerini duyduğumuz R2-D2 ise tam anlamıyla bir fırlamadır.

VI. Diyalogların Uygunluğu ve Yerindeliği
Diyaloglar, duygu ve ortamlara uygun olmalı. Örneğin duygusal bir gerilim anında, daha az tutarlı ve daha kısa konuşmaya eğilimliyiz. Ya da az önce bayıldıysak, ayıldığımızda "Ne oldu?" sorusuna aşağıdaki gibi uzun uzun yanıt vermeyiz:
"Almış olduğum glukoz miktarı kan şekerimin seviyesini tutundurmakta yetersiz kalınca, troposamis mutandise bağlı olarak streptomagmamda bir vae victis meydana geldi. Doğal olarak bayıldım. Bu en zayıf anımda yanımda olan dostlarıma derin şükranlarımı sunar, herkesin işinin başına dönmesini reca ederim."
Diyaloglar tutarlı ve az miktarda olmalı.  Uzun ve duygusal bir diyalog kullanacaksak, böylesi bir konuşmanın anlatısal zeminini  ve atmosferini önceden hazırlamış olmamız gerekir. Yoksa çok ağdalı ve sıkıcı olur.

VII. Diyalog Yazmak İçin Yararlanılabilecek Kaynak ve Malzemeler
İyi diyalog yazmak için, insanları dinlemesini öğrenmelisiniz.
-İnsanlar hangi durumlarda neler söylerler?
-Neyi nasıl söylerler?
-Söyledikleri ne; bununla demek istedikleri ne?
-Jestler mimikler nelerdir ve söylenenlerle nasıl birleşir?
-İnsanlar söz kullanmadan nasıl "konuşurlar"?
Öte yandan karakterinizi dinlemeyi de öğrenin. Bu onları daha da iyi yönde geliştirebilmek ve tutarsızlıklarını gidermek için vazgeçilmezdir:

VIII. Son Repliklerin Yeri ve Önemi
Sahnelerin sonunda söylenen son replikler çok önemli olabilir. Bunlar genellikle bizi bir sonraki sahneye taşıyan ve dramatik etki yaratmayı amaçlayan çarpıcı sözlerdir. Genellikle olay örgüsünde bir değişikliği, yeni bir boyutu haber verirler. Örneğin bir polisiye dizisinde ilk reklam kuşağı araya girmeden önce, genellikle şuna benzer bir replik duyarız:
-"Çünkü bu bir kaza değil, bir cinayettir, baylar"
(Reklamlar başlar)
Öte yandan son replikler,  anlamsal bir bağ ima ederek iki sahne arasında etkili, komik ya da yumuşak bir geçiş sağlarlar. Örneğin Terminatör 2'deki akıl hastanesi müdürü, kadın kahramnın saldırısına uğradıktan sonraki son repliğinde yamulan kravat ve çeketini düzeltirken, kameraya dönüp "Örnek Vatandaş!" der. Söz biter bitmez kesmeyle yeni bir sahneye geçilir. Kadının oğlu, motosiklete binmiş, teybi sonuna kadar açmış ve son hızla otoyolda ilerlemekte, çığlıklar atmaktadır.
Son repliklerin diğer bir işlevi ise sahnenin, hatta filmin anlam ve önemini belirtmek, temel konusunu ya da sorununu  özetlemek olabilir. Billy August'un bir Bergman uyarlamasında, çok önceleri başlayan bir geçimsizliğin doruk noktasında erkeğin kadına tokat atmasıyla birlikte ayrılan bir çift, uzun bir aradan sonra bir sonbahar ikindisinin güneşinde parkta bir araya gelir. Birbirlerini özlediklerini itiraf ederler, ne var ki olanları unutmak zordur ve taşınan kaygılar duyulan özlemi gölgelemektedir. Özlemlerini dile getirirler, ancak birbirlerine sarılmaya/dokunmaya cesaret edemezler. Ortak geçmişin yükü ve yaşanmışlıklar olağanca ağırlığıyla hissedilmektedir. Yaşadıklarını yorumlamaya ve açıklamaya yönelik kısa bir çabadan sonra sessizlik hakim olur. Yeniden birleşmeye karar vermiş gibidirler. Bu uzun sessizliğin sonrasında erkek karakter sorar: "Birbirimizi affedebilecek miyiz?" Kadın soruyu yanıtlamaz (ve son replik de bana kalırsa budur aslında). Sahne, yan yana duran iki bankta sessizce oturan ve yere bakan çifti bir süre için gösterdikten sonra, kararmayla sona erer. Sahne ve film biter. Başkasına acı vermeden ve acı çekmeden aşk yaşamak ne zor! İlk günlerin günahsız tazeliği, neden giderek yaşanmışlıkların sisi arasından seçilemez olur? Aşk neden biribirinin yüzüne bakamamakla sonuçlanır? Pekiyi, zamanla yaralar sarılır mı?... Öfff, ne kötü film bu yaa...

IX. Anlatıcı Sesi
Anlatıcı sesinin de önemli işlevler görebileceğini unutmayalım. Diyalogların genel işlevlerinin yanı sıra, anlatıcı sesi
-öyküyü oluşturmak
-açıklamalar yapmak
-temayı belirginleştirmek ya da tez öne sürmek
-problemi sunmak
gibi işlevler görebilir.

X. Doğal Ses ve Efektler
Ses, çok ihmal edilen bir unsurdur. Oysa çok önemli işlevleri yerine getirebilir:
-fon oluşturmak
-mekan tanıtmak
-atmosfer yaratmak
vs.
Örneğin geceleyin gösterilen bir çiftlik evi düşünün: fonda cırcır böceği sesi duyulmasıyla baykuş sesi duyulması arasında önemli bir fark vardır. Biri bizi romantik, diğeri ise gerilimli bir sahneye hazırlar. Birinde güzel kadının odasına aşk ustası Kazanova süzülür, diğerinde ise muhtemelen ölüm(süzlük) ustası Dracula.
Yine sesin düzeyi (volume) dramatik etkiyi arttırabilir. Bazı sahnelerde doruk noktaya yaklaştıkça ses ve gürültülerin şiddeti de giderek artar. Örneğin Kwai Köprüsü filminin sonunda, tam üzerinden tren geçtiğinde köprünün havaya uçurulup uçurulmayacağı sorunu ele alınmaktadır. Ne var ki, alınması gereken bu karar çerçevesinde bir tartışma çıkmaktadır. Tartışma alevlendikçe yaklaşan trenin sesi şiddetlenir. Artan gürültünün doruk noktası, tartışmanın beklenmedik biçimde noktalandığı ve şiddetli patlamanın gerçekleştiği andır. Sesin sürekli şiddetlenmesi, sahnenin dramatik ilerleyişine (tartışma nasıl sonuçlanacak?) de katkıda bulunmuştur. Öte yandan sahnenin iç yapısı (başlangıç-gelişme-son) desteklenmiştir.
Nesnelerin ya da kişilerin uzaklaşıp yaklaştıklarını sesten anlayabiliriz. Bu çerçevede ses, örneğin bir tehdidin yaklaşıp uzaklaştığını haber verebilir. Toplama kampından kaçan Yahudi tutsaklar düşünün. Kaçış sırasında bir nöbetçiyi atlatmak zorundalar (Kamera öznel bakışla bir kez koridora "bakınır", nöbetçiyi görür ve geri çekilir; sonra da nöbetçi bir daha gösterilmez  Sadece bekleşenlerin tedirgin yüz ifadesi ve nöbetçinin postal sesleri vardır.) Koridordan geçmek için en uygun anı kollamaya başlarlar. Postal seslerini dinleyerek bu anı belirlemeye çalışırlar. Ses giderek yaklaşır... yakalanma korkusu basar; fakat sonra ses uzaklaşır. Bu, bir iki kez tekrarlanır, bu arada tutsaklardan biri hapşırır (bir önceki sahnede kötü koşullar nedeniyle gribe yakalandığını göstererek hazırlık yapmışızdır bu duruma) vs, gergin anlar yaşanır.  Neyse, olaylar atlatılır ve sonunda postal sesi kesilir: nöbetçi gitmiştir. (Biraz beklerler; hiç bir ses yoktur.  Ancak koridora fırlayınca ne görsünler: Komutanların gittiğinden emin olan gece nöbetçisi ayaklarını sıkan postalları çıkarmıştır ve sırtı kaçaklara dönük olarak,  beş adım ötede, bacaklarını bir sandalyeye uzatmıştır vs.)
Sesin temposu, hızı ve ritmi de önemlidir, özellikle de amaç heyecan yaratmaksa. Yukarıdaki örneğe dönelim: ağır ağır ilerleyen postal sesini duyarız - grip olan tutsak hapşırır- postal sesi bir an için kesilir- sessizlik- hızla yaklaşan postal sesleri....Başka bir örnek: kovalama sahnelerinde ayak sesleri, korna sesleri, kapı ve tel örgü şıngırtıları, nefes alıp verme sesleri vs. birbirine karışır, içiçe geçer ve mevcut gerilimi destekler.
Görüntü dışından gelen sesler görüntünün alanını genişletir ve görmediğimiz olayları tanımlar, onları anlamamıza yardımcı olur. Örneğin haydut bir kızı odaya götürür ve kapıyı suratımıza kapatır. Sonra bir çığlık sesi duyarız... Geleceğe Dönüş 2'de ise kahramanların, geleceğe geri dönmek için zaman makinelerini çalışır vaziyete getirmeleri gerekir:  itme gücünden yararlanacakları tren, kasabaya varmadan önce. Bu, geleceğe dönüş için son fırsatlarıdır aynı zamanda. Ne var ki hazırlık sırasında beklenmedik olaylar ve aksamalar olur... Bunları hal etmeye çalışırken birden  tren gelir. Bu bize gösterilmez; trenin uzaktan duyulan sinyal sesiyle verilir. Zamana karşı yarış bir anda hızlanmış, varolan engellerin yarattığı gerginlik kat kat artmıştır.
Ses, bir motif işlevi de görebilir: Örneğin Thelma&Louise'deki kamyonların erkek dünyasını vurgulayan korna sesleri. Pek çok savaş filminde sık sık top sesleri duyarız. Bunlar bize en sakin ve neşeli anlarda bile, savaşın kıyasıya devam ettiğini ve filmdeki askerlerin her an için sıcak çatışma tehdidiyle karşı karşıya olduğunu anımsatır.

XI. Müzik ve İşlevleri
Müzik de çok önemli işlevleri yerine getirebilir. Örneğin sahnenin amacını ve duygusal yönünü, yoğunluğunu pekiştirmeye yarayabilir.
Müzik, sahneleri yumuşatabileceği gibi, doruğa da sürükleyebilir.
Öte yandan bir uyarıcı görevi yaparak, bizleri bazı durumlara hazırlayıp, havaya sokabilir. Bu özellikle korku filmlerinde başvurulan bir yöntemdir.
Bunun yanı sıra müzik, atmosfer yaratabilir. Thelma&Louise'in başlangıç jeneriğindeki müziği anımsayın. Uçsuz bucaksız bir arazi, mavi gökyüzü ve boşlukta yankılanan ağır bir müzik. Terminatör 2 'de ise hippilerden giysi ve motosiklet 'ödünç' alan Arnold Schwarzenegger bardan çıkınca, yeni kılığına tıpa tıp uyan bir blues-rock parçası çalmaya başlar.
Bazen müzik bir karakterle özdeşleştirilir. Yani o müziği duyduğumuzda, o karakterin de orada olduğunu anlarız vs. Örneğin İyi, Kötü ve Çirkin filminde, ne zaman mızıka sesi duysak, filmin kahramanının da yakınlarda olduğunu anlarız. Kimi durumlardaysa müzik karakterle özdeşleştirilmese de, karakterin ruhsal durumuyla özdeşleşmemizi ya da onu kavramamızı sağlar. Dressed to Kill'in giriş sekansındaki müze sahnesinde müzik, karakterin telaşını, kararsızlığını ve duygusal iniş-çıkışlarını çok iyi yansıtır ve destekler.
Müziğin birden durması ya da birden başlaması, dramatik dönüm noktalarını vurgulamaya, belli anları ya da durumları öne çıkarmaya yarayabilir.  Aniden kesilen müzik bizde bir beklenti yaratır sözgelimi.
Hitchcock, bir filminde,  müziğin belli bir anını bizzat doruk nokta haline getirir. Sahne son derece ustaca tasarlanmıştır ve bunda müzik başrolu oynar. Çünkü müzik gerilimi destekleyen bir unsurdan öte, çatışmayı zamana kilitlemenin bir aracı olarak kullanmıştır. Ünlü bir politikacı bir klasik müzik dinletisi sırasında öldürülecektir. Suikastçı, ateş edildiğinin anlaşılmaması için tam büyük davul çalındığında ateş edecektir. Olayın gerçekleştirileceğini öğrenen gizli servis, gelen konuklara olayı çaktırmadan opera binasında suikastçıyı aramaya koyulur: yüzlerce konuk içerisinden hangisi suikastçıdır ve nereden ateş edecektir? Klasik müzikteki iniş çıkışlar ve parçanın atmosferi bu arama telaşını çok iyi yansıtmaktadır. Sonra parçanın finaline geliriz: müziğin şiddeti ve gerilimi artar, kenarda o ana kadar beklemiş olan davulcu, yapacağı vuruş için hazırlık yapmaya başlar... notalar  bir bir geride bırakılır; parçanın finaline doğru iyice gaza gelen orkestra şefi horoz gibi kabarır ve adeta kendinden geçerek ellerini kollarını sağa sola savurur... birazdan davulcu davula darbesini indirecektir. Bu arada suikastçı atış pozisyonunu alır... kahramanımız onu farkedip, suikastçının bulunduğu balkona doğru koşmaya başlar ve bu arada müzik çıldırtıcı biçimde doruk noktaya (hem sahnenin, hem filmin, hem de müziğin doruk noktasına) doğru ilerler... Vurmak üzere olan davulcunun havada tuttuğu davul tokmağı... tetiği çekmek üzere gerilen parmak... koşan bir ajan... Sonra ne mi olur?  Önce reklamlar.